0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

14. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

14. ÖLÜM RAPORU.

Geçmiş.

Beynim uyuşuk, çünkü sürekli sakinleştiriliyorum. O kadar hırçın ve öfkeliyim ki, bir yerleri dağıtıyorum, emniyet koridorlarında, hastane koridorlarında bağırıyorum. Hâlâ hayatta olduğuma hayret ediyorum, çünkü Karina'nın gittiği günden beri kalbimin attığını hissetmiyorum.

"Leila Hanım, kızınızın ölüm raporu."

Sonra bunları duyuyorum, sakinleştirildiğim hastane yatağındayken. Doktor karşımda durmuş konuşuyor, bana acımayla merhamet karışımı bir duyguyla bakıyor. Arkasında bir tane polis memuru var, telsizine bir kayıp haberi daha geliyor. Telsizin sesini kısıyor, mahcup olmuş gibi bakışlarını başka yerlere çekiyor. Duymamış gibi yapıyorum, bunlar yaşanmamış gibi yapıyorum. Dizlerimin titrediğini o saniye fark ediyorum, yanaklarımın ıslandığını da. Başım yana çevrili, hareket dahi edemiyorum. Doktor tepki alabilmek, duyduğumdan emin olabilmek için gözlerime bakıyor ama inkâr ediyorum, ben böyle bir şey duymuyorum, neden tepki vermemi beklediğini bilmiyormuş gibi yapıyorum...

"Leila Hanım, dört gündür buraya gelip size aynı şeyleri söylüyorum ama reddediyorsunuz. Doktorunuz kendinizde olmadığınızı söylüyor, kızınızın vefatını kabul edemediğiniz için cenazesini beklettik ama daha fazla bekletemeyeceğiz."

Boş boş bakıyorum.

Doktor açıklıyor. "Kızınızı size teslim etmemiz gerekiyordu ama durumunuz el vermiyor. Bildiğimiz üzere başka bir aile ferdi de yok. Bu yüzden cenaze işlerini üstleneceğiz."

Türkçe'de cenaze kelimesinin ne anlama geldiğini öğreniyorum.

Ve Karina'yı gömeceklerini.

Onu kalbime gömmemi istiyorlar, kalbim onun kendisiyken.

"Hanımefendi yabancı. Beni anlıyor mu?"

Hemşire kafasını sallıyor. "Türkçe biliyor."

Cevap vermek üzere dudaklarımı ayırıyorum, niyetim tekrar inkâr etmekken karşımdaki doktorun gözleri bir umutla dudaklarımı takip ediyor, konuşmamı bekliyor. Sonra yapamadığımı görünce iç çekiyor, yatağımın direkt yanında duran hemşireme bakıp bana yaklaşıyor. Eğilip omzuma dokunurken elindeki kâğıdı elimin içine kıstırıyor. "Kızınızın ölüm raporu. Ölüm sebebi ve zamanı burada yazıyor." Gözlerim boşluktan çekiliyor, üzerinde saçmalıkların olduğu kâğıda bakıyor. "Kendinizi zorlayabilir misiniz? Demek istediğiniz bir şey var mı?"

Parmaklarım kâğıdı bırakıyor, çünkü bana ait olmayan bir kâğıt olduğu için onu tutmam manasız geliyor. Hemşire karşımdaki doktor ile polise iyi olmadığımı hatırlatıyor, beni yormamalarını, üzmemelerini söylüyor. Ne için yorulacağım ki! Ne için üzüleceğim ki! Kızım mı öldü sanki? Karşımdaki doktorun gözlerine bakıyorken dudaklarımı yeniden aralıyorum. "Kızımı... gördünüz mü? Çok güzel değil mi?"

Doktor ihtiyatla başını sallıyor, derin de bir iç çekiyor. Omzumu biraz daha sıkıp yanımda dikilen hemşireye bakıyor. "Durumu iyi gözükmüyor. Olanları kabullenemiyor."

Ne oldu ki?

Kızım kayboldu, çok yakında dönecek.

Ben bunları düşünürken, doktor ve hemşire bakışırken arkada kalmış polis memuru ileriye çıkıp bize yaklaşıyor. "Hanımefendi bu durumdayken sözlerinin doğruluğuna inanmakta zor."

Anlamsız yığınla kelime... Başımı ağrıtıyor, yüzüm buruşuyor. Sanki birisi kafamı tutup iki yandan, şakaklarımdan sıkıyor, kelimeleri kafama sokmak için derimi kesiyorlar. Anlamıyor musunuz, hiçbirini duymak istemiyorum.

Kızımın kokusunu istiyorum.

"Sakinleştirici almadığı takdirde saldırgan davranıyor," diyor hemşire, robotik bir sesle. Doktorla konuşuyor. "Üstelik bir doz sakinleştirici de yeterli gelmiyor, fazla dirençli. Bu şartlarda hastaneden ayrılması zor."

Hâlâ hemşireyle muhatap olan doktora çok kızıyorum, göğsüm öfkeyle inip kalkmaya başlıyor. Üstündeki beyaz önlüğü tutup söylemek istediğim şeyleri zar zor ağzımdan çıkarıyorum. "Kızımın fotoğrafını gördünüz mü? Gazetede. Güzel değil mi?"

Doktor bana yeniden acıyarak bakıyor. Tadımı kaçırıyor, küfretmek istiyorum ama sanki düşüncelerim bile ağır ağır hareket ediyor. "Tekrarlamak zorunda kaldığım için üzgünüm ama kızınızı kaybettiniz hanımefendi." Aptal kâğıdı bir daha elime sıkıştırıyor. "Ölüm raporu burada. Açıklamam gerekiyorsa başlıca ölüm sebebi uzun süre nefes alamama sonucu boğulma olarak görülüyor. Boynundaki parmak izlerinin oluşumundan anladığımız üzere uzun süre boğulmuş, bu da kızınızın uzun süre savaştığı anlamına geliyor."

Savaşçı

Kızım bir savaşçı.

"Yeter!" Diye bağırıyorum ama sonra fark ediyorum ki ancak içimde bağırabilmişim, sesim çıkmamış, dudaklarımı kıpırdatamamışım.

"Ağlıyor, içten içe kabullenmiş görünüyor ama büyük bir direnç göstererek inkâr ediyor." Doktor doğrulup benimle muhatabı kesiyor, yatağın etrafını dolanıp hemşireye yaklaşıyor. Polis, telsizine düşen yeni bir ihbara kulak verirken, gözlerim bana teslim edilen kâğıda doğru kayıyor. Karina'nın ismini görüyorum, sonra gözlerimi kapatıp ona aldığım son elbiseyi düşünüyorum. Karina'ya çok yakışacak diyorum içimden.

Doktor konuşmaya devam ediyor. "Hanımefendinin kimsesi yok. Bu şekilde de bırakamayız. Travma sonrası stres bozukluğu görünüyor, psikiyatri servisine yönlendirin..."

Onu bulduğumda elbiseyi Karina'ya giydireceğim. Gerçekten çok yakışacak. Çiçekleri olan bir elbiseydi. Kızım o elbisede asil görünecek. Bir prenses kadar. Ve sonra prensesimle beraber krallığımıza geri döneceğiz. Ailemize.

Mutlu son.

Mutlu sonumuza gülümsüyorum ve sonra fark ediyorum bu gülümseme beni hastaneye kapatan şey oluyor.

🎠

Günümüz.

Deren'i yalnız bıraktığım için ağır bir suçluluk hissediyordum.

Öpücüğünün beni ikna etmesine karşı koyamamıştım, dudakları dudaklarımdayken defalarca aynı şeyi tekrarlamıştı. Utku'ya bakmamı ve Nil'i onun için aramamı istemişti. Çok yakında geleceğine söz vermişti, bu işi halledeceğini söylemişti. Orada Derenle kalmamın ona faydası olmayacağını bilmeme rağmen son ana kadar kalmak istemiştim ama o, bana öyle güvendi ki, kardeşini emanet etti, Nil'den gelecek bir haber için onun yerini doldurmamı istedi.

Parmaklarım dudaklarım üstünde gezinirken dile getiremeyip beni öperek ifade ettiği her duyguya dokunuyormuş gibi hissediyordum. O kadar acı çektiği için bana söyleyemediği güzel kelimeler şimdi dudaklarımda canlanıyor gibiydi. Bir ilişkiye ayıramayacağı o vakti, beni öptüğü küçücük anlara sığdırarak bir şeyleri göstermeye çalışıyordu. Hepsini hissediyordum ve bir gün hepsini kaybedeceğimi de.

Birkaç dakika kendime gelmeye çalıştım, dağınık üstümü ve saçımı düzeltip arabadan çıktım. Arabamı, beni bıraktıkları yerden alıp Deren'in evine gelmiştim. Sabah olmuştu, muhtemelen Utku şimdi Deren'e ulaşmaya çalışıyordu. Evin önüne yürüyüp kapıyı tıklatmadan önce biraz bekledim, kapıyı tıklattıktan biraz sonra da Utku endişeli şekilde evlerinin kapısını açınca, "Günaydın," diyerek içeriye girdim. "Günaydın, nereden çıktın sen?"

"Abin biraz işi olduğunu söyledi, benden de senin yanında kalmamı istedi," dedim sokak kapısını kapatırken. Utku geriye çıkıp bana odaklanırken gözlerini kırpıştırdı. "Ne işi çıktı? Nil'den bir haber mi geldi yoksa? Karmen kötü bir şey olduysa n'olur söyle bana."

"Nille ilgili hiçbir kötü haber yok," dedim, en içten bir sesle. Tedirginlikle genişlemiş ve uykusuzlukla kızarmış gözlerine karşı zorlukla yutkundum. "Ben... Sana bir şeyler hazırlayayım, eminim en son yaptığım makarnayı yemişsindir..."

"Ben şey," diye geveleyerek arkamdan geldi ve mutfağa doğru yürürken önünden geçtiğim salon kapısının orada durdum. Koltukta oturan kadına tek kaşımı kaldırarak baktım. Otuz beş ile kırk yaşları arasında görünen, olgun bir kadındı. Üstünde bir kahverengi trençkotu vardı, dış giysisinin altında da vücudunu saran, dizlerine kadar gelen siyah elbisesi. Saçları koyu kahve rengindeydi, keskin yüz hatlarıyla çevrelenmiş yüzünü yukarıya kaldıran belirgin elmacık kemikleri vardı. "Misafirin kim?" diye sordum. "Bir akrabanız mı?"

Utku elinin içini stresle kaşıyıp kafasını sertçe iki yana salladı. "Bir tanıdık, şimdi gidiyordu."

Kadın çantasıyla beraber kalkıp gitmek üzere kapıya kadar geldi. Utku ile aramızdaki boşluktan dışarıya çıkıp vücudunu ona çevirdi ve eğilip Utku'yu yanağından öptükten sonra, "Aramanı bekleyeceğim," diye fısıldadı. Sonra da Utku'nun elini okşayıp yanından geçti, sokak kapısından çıkıp gözden kayboldu.

Utku'nun karşımda kıpkırmızı kesilip bakışlarını kaçıracak yer araması düşündüğüm şeyin doğruluğundan emin olmamı sağladı. Buna bir yorum yapma hakkım da olmadığı için tepkisiz kaldım, genzimi temizleyip arkamı döndüm, mutfağa girip dolabı açarken Utku arkamdan geldi. Hızlı hızlı nefes alıp endişeli şekilde konuşmaya başladı. "Karmen, göründüğü gibi değil gerçekten. Abim... Ona söyleme olur mu? Çok yanlış anlar, affetmez beni!"

Dolaptan çıkardığım yumurtaları bir kâsenin içinde çırpmaya başlarken omzumun üstünden ona baktım. "Sevgilin miydi o kadın?"

Bakışlarını yere düşürüp alçalan sesiyle, "Öyle değil," dedi, konuşmak istemiyormuş gibi. "Bir süre görüşmüştük o kadar! Benim... Pek iyi olmadığım bir dönemdi. Abim öğrenince delirmişti, o kadar fazla kavga ettik ki..." burun kemerini sıkıp bir daha gözlerime baktı. "... şimdi öğrenirse görüştüğümü sanır, oysa görüşmüyorum. Bu sabah kendisi gelmiş, Nil için üzgün olduğunu söylemek istemiş. Kahretsin... Şu an nasıl görünüyorum acaba? Karmen... Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama gerçekten öyle birisi değilim."

Madem açık açık konuşmuştu, ben de sorabilirdim. "Olgun kadın sevmiyorsun yani?"

O kadar sinirlendi ve utandı ki bir süre konuşamadı bile. "Hayır," dedi sonra da, sertçe. "Bir hataydı yalnızca. Ders çıkarıp bitirdim onunla görüşmeyi. Olgun kadınlara ilgim falan yok!"

"Utanma," dedim ona yaklaşarak. Olduğum gibi baktım gözlerine, bir numara çevirmeden, oynamadan. "Merak ettiğim için sordum."

Böyle konuşunca biraz rahatladı ama hâlâ bakışlarını kaçırıyordu. Kollarını göğsünde kavuşturmuşken tırnaklarıyla adeta kollarının üstünü kazıyarak kaşıyordu. "Abime söylemeyeceksin o zaman?"

"Adı ne?" diye sordum.

"Elmas," dedi.

"Seninle tekrar mı görüşmek istiyor?" diye sordum düz bir sesle. Utku'yu gerip rahatsız edecek şeyler yapıyorsa haberim olması iyi olurdu, Deren'e söylemezdim ama ben yardımcı olurdum Utku'ya.

Gönülsüzce baş sallayıp, "Evet," dedi ve hemen devam etti. "Ama ben karşı çıktım, olmayacağını söyledim. Abimin bilmesi gerekmiyor, zaten bir daha görüşmeyeceğim kendisiyle."

Onu daha fazla zorlamadan, "Peki peki," dedim. "Abine söylemeyeceğim, zaten derdi çok, bir de ben kurt düşürmeyeyim içine..."

Kollarını sıkmayı bıraktı. "Söz mü?"

"Söz," dedim.

Göğsünden derin bir nefes kopunca gerçekten abisinin duymasından ne kadar korktuğunu fark ettim. Deren'i hayal kırıklığına uğratmaktan, onun kendisine sırt çevirmesinden korkuyordu. Bu rahatlıkla birlikte beni çekip kendisine sarılınca afalladım, abisi kadar olmasa da geniş omuzlu, yapılı bir çocuktu. Göğsüne düşmüştüm bir anda. "Teşekkür ederim Karmen, bu kıyağını asla unutmayacağım."

Abilerime sarılmayı özlediğimi fark edince kendimi Utku'dan ayırmadım, ona, kardeşime sarılıyormuş gibi sarıldım. "Ama bir şartım var."

"Ne?" dedi, hemen sinirlenerek. Abisine benzerliği bazen hayret verici oluyordu.

"Sana hazırladığım her şeyi yiyeceksin. Ancak öyle söylemem abine."

"Bu muydu ya? İyi, yeriz." Sıkıntıyla içini çekti.

Anlaştığımızı var sayıp arkamı döndüm, tekrar tezgâhtaki yumurtaları çırpmaya devam ettim. Bir tava arayıp bulunca ocağı yaktım, Utku hâlâ gitmediği için de dönüp arada ona baktım. Bir şey daha diyecekmiş gibi görünüyordu ama bakışları düşünceliydi. Tava ısındıktan sonra yumurtayı içine aktardım, o sırada Utku'da sonunda konuştu. "Karmen... Ece'ye de söylemezsin değil mi? Yani... Bilerek söylemezsin tabi ama ağzından falan kaçırma olur mu?"

Utanarak ve sinirle söylediği bu cümleler bugün beni gülümseten tek şey oldu. "Neden Ece'ye de söylemeyeyim?"

Burnundan soludu. "Hiç, öylesine dedim."

"Söyleyebilirim yani?"

"Hayır!" Dedi hemen bağırarak ve sonra sesini kıstı. "Şimdi yanlış falan anlar..."

"Anlasın, n'olacak ki?"

"Ece saf, masum bir kız. Sapık falan sanabilir beni," dedi ciddi ciddi.

"Öyle sanarsa n'olacak ki?"

Kaşlarını çatmaya başladı. "Bir şey olduğundan değil! Sadece... sanmasın."

"Peki, söylemem," dedim daha fazla üstüne gitmeden.

Ancak o zaman tamamen rahatlayıp mutfak kapısından ayrıldı. Salona geçip Deren'i aradığını kendi kendine söylendiğinde fark ettim. Hazırladığım şeyleri masaya koydum ve Deren'i düşünerek Utku'yu çağırdım. Hepsini yediğinden emin olmak için karşısına oturup bekledim. "Abime yine ulaşamadım. Nereye gittiğini sana söyledi mi?"

"Nil'i bulmakla meşguldür muhtemelen..." konuşmamı bir şey zorladı, vicdan ağırlığım yüzünden çok yorgun düşmüş hissettim. "Eminim ara ara ortalıktan kayboluyordur abin."

"Evet," dedi isteksizce bir şeyler atıştırırken. "Biliyor musun?"

"Neyi?"

"Abimin... işlerini işte."

Ah, anladım. "Tetikçilik yaptığından mı bahsediyorsun? Evet, biliyorum."

Kafasını sallayıp masanın yüzeyine dalgın dalgın baktı. "Nil dünyaya geldiğinden beri azalttı bu işleri ama hâlâ yaptığını biliyorum. O zamanlar ortadan kayboluyor. Abim ortadan kaybolduktan bir iki gün sonra bir mafya babasının ya da devleti dolandırmış birilerinin öldüğünü görüyorum. O zaman abimin yaptığını anlıyorum."

"Mafyayı vurmasını devlet mi istiyor?"

"Evet," dedi çıkarımıma. "Abim çok fazla şey biliyor. Çok çok fazla. Bu yüzden endişeleniyorum, çünkü bir gün ondan da kurtulmak isteyecekler."

Bu duyduklarımdan hiç hoşlanmadığım için dişlerimi sıkmaya başladım. Belki kendini koruma altına almıştı, milletvekilini, kendisine yaptırdığı işleri ifşa etmekle tehdit ederse savcılığa sevk edilmeden kurtulurdu bu durumdan. Deren akılsız bir adam değildi, kendisini güvenceye almış olmalıydı.

Gözündeki şişliği ve beni öpen dudaklarından akan kanı düşününce zincirlerinden kopan duygularımı durduramadım. Masadan aceleyle kalkıp, "Ben biraz abinin odasında olacağım," dedim ve derhal üst kata çıktım.

"Karmen, sen de bir şeyler ye," dedi arkamdan. "Benim de sana göz kulak olmam lazım, yengemsin nihayetinde..."

Kendimi Deren'in odasına atıp kapalı perdelerin arasındaki loşlukta süzüldüm, dağılmış çarşafların arasına oturup siyah sateni parmaklarım arasında kavradım. Deren'e yardım edebileceğim bir yol bulmam gerekiyordu. Hepsi benim yüzümdendi. Köşeme çekilip öylece bekleyemezdim. Ona bir şekilde yardımcı olmam lazımdı, çıkmasını sağlamak için bir şey yapmam lazım...

Bir saniye, dur...

Kahretmesin! Bana zaten söyledi... Ona yardım etmem için bana zaten o dört sayıyı söyledi.

1812.

Yataktan fırlayıp odadan koşarak çıktım ve heyecanla aşağıya indim, Deren'in bana fısıldayarak söylemek zorunda kaldığı sayıları aklımda tutarak mutfağa girdim. Utku'nun bahçede sigara içtiğini gördüğümde süratle yanına vardım. "Utku, abinin bir kasası var mı?"

Sigara dumanını elinin tersiyle dağıtırken, "Nereden çıktı?" diye sordu. "İllaki vardır."

"Nerededir?"

"Neden soruyorsun? Bir şeye mi ihtiyacın var? Şimdi abim olmadan sana yerini söylemem nasıl olur bilemedim..." haklı olarak sorguladı.

"Abin bana şifresini verdi, içinden almam gereken bir şey var."

Yüzü düştü ve ağzının kenarı yukarıya kıvrıldı. "Demek sana şifresini söyledi. Benimle asla paylaşmazdı."

Duygusal hasarına ayıracak vaktim olmadığı için, "Kasanın yeri?" diye yeniledim.

"Ailemizle yaşadığımız evde," dedi uzatmadan. Sigara izmaritini bahçenin kenarında duran çöp kutusuna doğru sallayıp kara gözlerini yerlerde dolaştırdı. "Ben oraya gitmiyorum ama abim gidiyor. Kasayı da kimsenin aklına gelmeyeceği için orada saklıyor."

Annesi ve babasıyla yaşadıkları ev.

"Nerede bu ev?"

"Fatih'te."

Utku'dan açık adresi aldım ve kafamın dağınıklığı yüzünden unutmaktan endişe duyup notlarıma ekledim. Utku'ya canı sıkıldığında ve tedirgin olduğu bir şey gerçekleştiğinde beni aramasına söyleyerek evden ayrıldım. Navigasyona verdiği adresi girerek arabayı çok hızlı sürdüm. Aynı yakada olduğu için eve ulaşmam zor olmadı ama numarayı ararken dakikalarım geçti, sonunda da arabam iki katlı ahşap, eski bir evin önünde durdu. Dışarıya çıkıp ahşap üstünde yazan numaraya bir daha baktım, sonra da bahçe kapısını açıp içeriye girdim. Etraf sessizdi, ev gerçekten eskiydi. Yıpranmış duruyordu. Anahtarı çıkarıp ahşap kapısını açtım evin ve içeriye girince geniş holü gördüm. Burnumu anında toz gıdıkladı.

Ahşap zeminde sessizce yürüyüp evi dolaşmaya başladım. Salondaki mobilyaların üstü örtülüydü, televizyon eski modeldi, şömine içi bomboştu. Kapalı perdelere, duvardaki kibar çiçekli duvar kâğıdına bakıp üst kata çıkmaya başladım. O sırada duvar kâğıdını zamanında annesi mi seçti acaba diye düşünüyordum. Eğer öyleyse zarif bir kadın olmalıydı, çiçeklerden hoşlanıyordu.

Üst kata çıktığımda istemsizce hapşırdım, vakit kaybetmek istemediğim için hızlıca odalara baktım. Açtığım ilk odadaki tek kişilikli yataklar beni durdurdu. Buranın Deren ve Utku'nun odası olduğu anladım. Toplu ve düzenli ama tozlu ve eskiydi. İçeriye yürürken ayaklarımın altındaki ahşap parkeler gıcırdadı. Ahşap geniş bir dolap pencerenin tam karşısındaydı, iki yatağın arasında da çalışma masası vardı; üstünde de eski tip bilgisayar. Duvardaki posterlere göz attım. Curt Cobain, Matellica, Amy Winehouse ve bunların yanında Türk birkaç sanatçı posterleriydi. Her ne kadar izlemeye devam etmek istesem de acelem olduğundan ahşap dolabı açtım ve tahmin ettiğim gibi Deren'in şifresini verdiği kasayı buldum.

Direkt eğildim ve kasanın kapağını açıp tuşlu bölümüyle karşılaştığımda bana verdiği sayıyı girdim. Çelik kasadan saniyelik bir metalik ses geldi, ardından hava boşluğu sızdı. Kasanın kapısını açtım ve içindekilere bakarken tahmin ettiğim gibi Deren'in kendisini güvence altına aldığını gördüm. İçeride nakit paradan başka her şey vardı. Kasetler, CD'ler, ses kayıt cihazları, deste deste evrak, imzalı para çekleri... Ayrıca birkaç cinayet aleti ve şeffaf poşette muhafaza edilen birkaç materyal; muhtemelen üzerinde parmak izi olan kanıtlar da tutmuştu. Elimde olmadan bir ıslık çalıp kaset ve CD'lere uzandım, hepsinin üzerinde de isim yazdığını gördüm. 

Milletvekili Haluk'un adını aradım ve bir dakika içinde ona ait olan CD'yi bulup yukarıya kaldırdım. İçerisinde sanırım tahminde bulunduğum şey vardı.

Başımı eski bilgisayara çevirip hızlıca kalktım, bilgisayara koşup açmaya çalışırken çalışması için yalvarıyordum. Birazdan ekranı açılınca kasasına CD'yi yerleştirdim, ekrana düşen dosyayı oynatmaya başladım. Beklediğim gibi görüntü bir otel odasında açılınca kafamı onaylamayarak iki tarafa salladım. Kadraja bir eskortla milletvekili girince de tırnaklarımı masada takırdatmaya başlayıp başka bir sekme açtım. Milletvekili Haluk'un evli olup olmadığına baktım, evli değildi. Yaşadığı normaldi ama göz önünde bir milletvekili olduğu için piyasaya sürülürse itibar kaybederdi. Görüntünün devamını izlemek çekici gelmeyince de CD'yi çıkardım. 

Şimdi milletvekilinin Deren'i bırakmaktan başka seçeneği kalmayacaktı.

Deren'in olduğunu tahmin ettiğim yatağa oturdum ve telefonu çıkarıp Deren'i aradım. Telefon hâlâ açıktı ama milletvekilindeydi. İlk aramam yanıt bulmadı, ikinci ve üçüncüsü de. Yılmadan dördüncü kez aradım ve milletvekili telefonu açıp, "Deren'i aramaktan vazgeç," dedi derhal.

"O nasıl?" diye sordum müjdeli haberi vermeden önce. O dedikten sonra ismini içimden söyleme gereği duydum nedense.

"Şu dakikaya kadar pek iyi değildi ama şimdi karşımda, birden eğlenmeye başladı..." yaşananlara rağmen sesinde sakinlik ve ihtiyat vardı. "Fazla sakinleştiricinin etkileri olabilir."

Hayır, ne olduğunu biliyordum. Benim aradığımı öğrenmişti ve neden aradığımı biliyordu. CD'yi bulduğumu anlamıştı, onu eğlendiren de buydu.

"Deren'i bırak," dedim, nezaketsizce.

Hâlâ bunu diretmeme, böyle konuşmama şaşırmış gibi bir müddet cevap vermedi. "Hanımefendi, anlatamıyorum galiba," dedi sonra da. "Deren bana ihanet etti, beni vurmaya kalkıştı. Gerekçesini açıkladı ama... Her ne olursa olsun bunu affedemem, Deren'i olması gerektiği gibi birazdan savcılığa götürmek için yola çıkacağız."

"Bunu yapmanı önermem." 

"Hanımefendi, kapatıyorum!"

"Bekle," dedim sakince. Elimdeki CD'ye bakıp omzumu silktim. "24 Şubat 2021 tarihli bir video kasetin var elimde. Seks kasetin. Bir escortla. Eğer Deren'i hemen serbest bırakmazdan kasedi haber bültenlerine servis ederim."

Bir sandalye itişi bana hiddetli şekilde oturduğu yerden kalktığını düşündürmüştü. CD'yi elimde sallayıp, "Anlaşıldığımı düşünüyorum," dedim.

"Seni kaltak," dedi yenilgiyle ve sonra bir patırtı koptu, hat düştü. Kaşlarımı çatıp telefonu kulağımdan ayırdım ve ekrana baktım, bir daha arayıp aramama konusunda kararsızlığa düşüp düşünceli şekilde bekledim. "Herhalde sinirden kapattı, zaten arasam da açmaz. Başka şansı yok, illaki bırakacaktır..."

Kendimle konuşarak kalktım ve kasayı düzelttim, kapatıp kilitledim. Doğrulup odadan ayrılmak üzereyken de ayaklarımı gerileten bir şey oldu. Yatağın yanındaki komodinde duran çerçeveye takıldı gözlerim. Fotoğrafın Deren ile Utku'nun küçüklüğüne ait olduğunu anlayıp hevesle uzandım, yukarıya kaldırıp iki elimle birden tutarken yüzlerini izledim. İkisi de çocuktu, tanınamaz haldelerdi ama ben onların yüzlerini uzun uzun izlemiştim. Hele Deren'inkisini... İki çift kara gözleri nerede tanırsam Deren ile Utku olduğunu anlardım. 

"İkinizin gözleri de çok güzel, muhtemelen bana nefretle bakarken de güzel olacaklar..."

Çerçeveyi yanıma almak istedim, elimde tutarak aşağı kata indim. Evden ayrılıp kapıyı kilitledim. Arabama atlayınca çerçeveyi torpidoya koyup sokaktan uzaklaşmaya başladım. Deren'i birkaç saat içinde bırakacaklarını düşünüyordum ama nereye bırakacaklarını tahmin edemiyordum. Milletvekili bu riski alamazdı, Deren'i affetmek zorunda kalacaktı. Anayola çıkınca sol taraftan döndüm, Deren'in evine gitmeden önce kendi evime uğrasam iyi olacaktı.

Şile'ye ulaşmak için bir hayli yol gitmem gerekti, gün arası olduğu için fazla trafik yoktu. Eve yaklaştığımda arabamı müsait bir yere park edip indim, etrafımı kontrol ederek eve yaklaştım. Verandayı çıkıp anahtarımla kapıyı açında ilk Yaman ile Nil'i gördüm. Nil kollarını göğsünde kavuşturmuş, gücenmiş gibi karşıdaki televizyona bakarken, Yaman'da onun ufak ayağına vurarak konuşuyordu. "Gece bizi kıskanıp yukarıya çıktı, ne diyorsun?"

Nil seyrek kaşlarını kaldırıp yanaklarını şişirdi ve Yaman'a doğru baktı. "Salak mısın Yaman!"

Ağzından ilk kez kötü bir sözün çıktığını duyuyordum, aramızdan birisinden mi öğrenmişti? Tedbirli şekilde içeriye ilerlerken, Yaman onu gözlerini kısarak izledi. "Gece'den öğrendin değil mi bunu?"

Nil neredeyse gülecek gibi oldu, sonra da daha fazla somurttu. "Çikolatamı yedin, küsüm ben seninle!"

Yaklaşırken, Yaman'ın bakışları Nil'in omzunun üstünden beni takip etti. Tabii ki benim geldiğimi daha önceden anlamıştı, onun içgüdülerini hafife almamalıydım. Nil'de arkasını döndü ve beni görünce koltuktan zıplayarak indi, koşa koşa yanıma gelip Yaman'ı şikâyet etti. "Kaymen, Yaman benim çikolatamı yedi! Hem de iki tane!"

Aldığı duygusal hasarı yansıtma şekli o kadar tatlıydı ki, kızarık burnuna ve aşağıya bükülmüş dudaklarına bakarken alıp sıkıca göğsüme bastırmak istedim. "Kızayım mı Yaman'a?"

"Kız kız! Bir daha yapmasın!"

Yaman'ın gözlerini kısmış şekilde Nil'i izlediğini görünce hareket edip yanına ilerledim. Rahat bir şekilde koltuğa oturup tek kaşını kaldırınca, uzanıp iki kulağını da tuttum ve çekmeye başladım. İlk kez şoke olup hayretle bana bakmaya başlayınca, Nil arkamdan gülerek geldi. "Kulaklayından tavana as Kaymen!"

Yaman ifadesiz suratıma baktı. "Çocuğa çok güzel örnek oluyorsun."

Omzumu silkip kulaklarını yukarıya doğru daha çok çektiğimde Nil koltuğa çıktı ve gülerken omuzları sallandı. Bana eşlik edip Yaman'ın bir kulağını çekmeye başlarken de, "Biy daha çikolatamı yiyecek misin?" diye sordu, kelimeleri peltek çıkarıyordu. "Babama söylerim yoksa!"

Babasına o kadar fazla güveniyordu ki... Neredeyse onunla aynı güvene sahip olacaktım babasına karşı.

"Çok korktum," dedi Yaman, Nil'e düz düz bakarak. Onunla alay ediyor olsa da Nil bunun gerçek olduğunu sanıp gülümsedi ve Yaman'ın kulağını bıraktı. "Koykma koykma, söylemeyeceğim."

Yaman'ın kulaklarını bırakırken tehditkâr bir bakış attım. O bakışımı pek ciddiye almadan Nil'in burnunu sıkınca da, Nil'i kucakladığım gibi aldım ve kendime bastırıp arkamı döndüm. Beraber üst kata çıkarken, "Gece?" diye seslendim. Kaldığımız odaya girince de onu yatakta uzanırken buldum. Gözleri açık şekilde tavana bakıyordu. Sessizliğinin endişe verici olmamasını istesem de yaklaşınca komodindeki ilaçlarını görüp düşünceli hale büründüm. Geldiğimi görmeden yatıyordu.

"Gece?"

İrkilerek gözlerini bana çevirirken yatakta toparlandı ve yüzüme, kucağımda tuttuğum Nil'e hayretle baktıktan sonra gülümsedi. "Seni merak etmiştim yine. Şükür, döndün."

Yatağın ucuna oturdum ve Nil'de benim gibi merakla Gece'ye bakıyorken, "Neyin var?" diye sordum.

"İlaçlarımı alınca biraz sersemledim," dedi gözlerini ovuşturarak. Kucağımda oturan Nil'e doğru gülümseyip kafasını okşadı. "Tırtılım, saçlarını kim bağladı senin?"

"Yaman."

Gece bu cevabın üzerine yüz kırıştırınca Nil'de ona dil çıkardı. Gece'nin uykusuzluğuna, yüz hatlarına çöken yorgunluğuna bakıp kullandığı ilaçlara göz attım. On bir yaşından beri ilaç kullandığını biliyordum, yine on bir yaşından beri psikolojik tedavi gördüğünü de. Annesini, evlerinin küvetinde, kanlar içinde bulduğunda dilini yutmuş, hizmetçileri biraz erken davranmasaymış dili boğazına dolanıp ölecekmiş. Biz tanıştıktan haftalar sonra bana bunlardan bahsetmişti. Olaydan bir süre sonra konuşamamış, babası onu pedagoga götürmüş, yaşı ilerlediğinde bile tedavi görmeye devam etmiş. Travmasını hiç atlatamamış, bu yüzden ilaç kullanmayı da hiç bırakamamış. Ben, hastaneye yattıktan sonra gelmişti, aralıklarla hastanede kalıp çıkmıştı. Son seferde de benden bir hafta önce hastaneden ayrılmıştı, henüz de tekrar oraya dönmemişti. Belki benim hayatımla meşgul olmasa, yalnız başına tekrar travmatik dönemi başlayacaktı, geçirdiği nöbetlerden sonra babası tekrardan hastanede kalmasını diretecekti.

Gece, "O çikolataları ben yemiştim, Yaman değil," deyince kucağımdan kalkan Nil'i hissedip düşüncelerimi olduğu yerde bırakıp olduğum ana döndüm. "Oh olsun sana."

"Yalancı Yaman!" Nil Gece'ye yaklaşıp onun kulaklarını tuttu ve yukarıya doğru çekmeye başladı. Benden öğrendiği bu şey karşısında gülsem mi yoksa suçluluk mu duysam hesap edemeden Gece'nin şaşkın gözlerine baktım. "Kulaklarını çıkarayım da göy sen!"

Bana göz kırpıp Nil'e, "Lütfen kulaklarımı koparma," diye numaradan yalvardı.

"Niye yiyoysun! Niye! Canım çekmişti..." Nil onu bırakıp yatağa oturdu ve bize arkasını dönüp kollarını göğsünde bağladı. Son iki üç gündür, onu tanıdığım ilk günlerdekinden daha asi ve kırılgandı. Bu da, annesi ve babasını görmediği için hassaslaşmasıyla alakalıydı. Güzel saçlarını okşayıp, "Sen evin arkasındaki salıncağı gördün mü?" diye sordum. "Orada sallanalım, gel."

"Ay salıncak mı? Göymedim ki." Merakla camdan dışarıya doğru baktı.

Gece, kızaran kulaklarını ovuştururken Nil'i kucağıma alıp kalktım. Bir kat aşağıya inince Yaman'ın mutfakta bir tabak hazırladığını gördüm. Gece'ye hazırladığından şüphe duymayarak ona seslendim. "O işi bırakıp buraya gel. Nil'i sallayacağım, etrafı gözetle."

"İşim var," dedi elindeki salatalığı kaldırıp gösterirken.

"İkinci bir emre kadar işin benim." Ona kapıyı gösterip önüme döndüm ve ilerledim.

Biraz sonra arkamdan sertçe soluyarak gelince kucağımda heyecanla kıpırdayan Nil'e göz kırptım. Verandadan inip arka bahçeye ilerlerken, portmantodan aldığım şapkayı yüzü görünmemesi için örttüm. Ahşap, zincirleri paslı salıncağa şüpheyle bakıp Nille beraber oraya oturduğumuzda etrafa göz atan Yaman'a dönüp, "Bizi salla," dedim.

Nil kıkırdadı. "Hızlı olsun."

Yaman emrimi yerine getirmek için yaklaştı ve salıncağın ahşabından itmeye başladı. Zincirler paslı olduğu için Nil'i yalnız oturtmak istememiştim, yoksa Yaman'ın sallamasına ihtiyacım olduğundan değildi. Nil yüzüne değen rüzgârla mutlu olup yanağımdan öptü. "Utku daha hızlı sallıyoy, Yaman güzel sallayamıyor."

"Utku'nun seni hızlı salladığını sakın babana söyleme," dedim, kumral saçlarından öpmeye karşı koyamadan.

"Yok söylemem, amcamla aramızda." Parmağını dudağının üstüne bastırıp sessizleşince bunun Utku ile aralarında konuşulmuş bir sır olduğunu anladım.

"Amcanı seviyor musun?"

"Seviyorum. O benim yayamazlık arkadaşım."

Ona daha sıkı sarılmak istedim. Öyle masum hissettiriyor ve güzel kokuyor ki... Hasret kaldığım o duyguyu arayışa çıkıyorum. "Utku mu söyledi bunu?"

"Benim bir tane daha arkadaşım var," dedi soruma cevap vermeden, ilerideki çiçeğe doğru bakıyordu. "Bana bir keye çiçek vermişti, çok güzel kokuyoydu."

Ece'den bahsettiğini hemen anladım, çiçekleri görünce yaşadığı anıyı hatırlamıştı. Kendi kendisine bana Ece'den bahsetmeye devam ederken yüzüne vuran güneşin altında ne kadar güzel göründüğüne hayret ettim.

"Kaymen, Yaman gitmiş!"

Nil'in sitemini duyunca başımı çevirip arkama baktım, Yaman'ın gerçekten gittiğini görünce de tehditkâr şekilde başımı salladım. Nil'i kendimle beraber sallamak için hareket ettim ve dakikalar sonra birisine görünmekten endişe duyup içeriye geçmek için kalktık. Eve girince Yaman'ın hazırladığı tepsiyle yukarıdaki odanın kapısında olduğunu gördüm. Buradan üst kat tamamen görünüyordu. Nil kucağımdan inerken, Yaman'ın odanın kapısını tıklattığını gördüm. "Gece, dışarıya çık ve bu tepsiyi al."

"Yemeyeceğim dedim!"

"Bir daha yemeyeceğim dersen zor kullanmak zorunda kalacağım," dedi Yaman, sakinlikle.

Ellerimi Nille aynı anda bellerimize koyup Yaman'a arkasından dik dik baktık. "Bir zor kullansana, merak ettim," dedim, yüksek sesle.

Yaman'ın siyah gömlek altındaki omuzları yükselip indi ve bana kafasını çevirip tek kaşını kaldırdı. "Seninle bir gün dövüşmek isterim ama şimdi değil. Arkadaşını yemek yemesi için ikna et."

Üst kata, yanına çıktım ve elinden tepsiyi alıp içeriye girdim. Dışarıya çıkmak üzere olan Gece'de bize ve sonra elimde tuttuğum tepsiye bakıp yılgın şekilde Yaman'a döndü. "Şoförsün sen, bakıcı değil. Bana sürekli emir vermekten vazgeç..." işaret parmağıyla aşağıyı gösterdi. "Dışarıya çık, kapıda bekle, derhal!"

Biraz gururu vardır ve bundan etkilenmiştir diye düşünerek Yaman'a baktım ama aynı sakinlikle bakıyordu. Biraz olsun gücenmemişti. Gece'de bunu görüp sinir oldu ve aşağıya inerken, "Babama söylemeliyim," dedi. "Seni işten kovmasının vakti geldi."

"Önce yemeğini ye, ona sonra bakarız," dedi Yaman, Gece'nin arkasından inerken. 

Onların çıktığı odaya girip üstüme baktım ve o kadar kirli hissettim ki dolaba yürüyüp elime gelen ilk parçayı aldım. Koyu kırmızı triko elbiseyi başımdan aşağıya geçirip kalçalarımdan indirdim, diz kapaklarımın bir karış üstüne gelmişti elbise. Kollarını ellerime doğru çekip çıkardığım kıyafetleri odada bulunan banyoya götürdüm, hasır sepetin içine koyarken telefonumun çaldığını duydum. Derenle ilgili olacağını tahmin edip içeriye koştum, yerdeki ceketimden telefonumu çıkardığımda Utku'nun aradığını görüp açtım. "N'oldu canım?" dedim, meraklanıp.

"Karmen, abim hastanede," dediğinde elimle beraber kaldırdığım ceket pat diye bir ses çıkararak yere düştü. "Telefonundan bana ulaştılar, şimdi hastaneye geldim. Hastanenin önünde bulmuşlar, kendisi mi geldi birisi mi bıraktı anlamadım ama şimdi kendinde değil. Serum takmışlar, doktor bir saate kendine geleceğini söylemiş olsa da içim rahat etmedi. Hemşiresin... Sen de gelip bakar mısın?"

Konuşursam batırırım diye yalnızca, "Konumu at," dedim ve aramayı sonlandırdım.

Elimde tuttuğum bordo deri ceketimi vücuduma geçirirken Deren'i, onu gördüğüm son hali gözlerimin önüne getirmemeye çalıştım. Odamdan uyuşmuş gibi çıkıp aşağıya indim, Gece'ye bir şeyler geveleyip kapıdan çıktım ve Nil'in el sallayışını yanıma alıp babasının yanına gitmek için arabama atladım. 

Hastaneyi bulmam zaman aldı, İstanbul'un hâlâ bilmediğim yerleri vardı. Konum yolumu uzatınca küfrettim, saptığım yanlış sokaklardan çıkarken oflayıp durdum. Nihayet bahsettiği hastaneye gelince bir özel hastane olduğunu gördüm, bahçesinde tek tük insan vardı. Belli ki tenha bir hastaneye getirmişlerdi. Arabamdan inip kafamı batmakta olan güneşe çevirdim ve yüzümde son sıcaklığını hissedip hastaneden içeriye girdim. Direkt üçüncü kata çıkmak için asansör kullandım, indiğim koridoru takip edip soldan dördüncü odaya yöneldim. Deren hastane yatağında uzanırken, Utku camın kenarında dikiliyordu. Başını kaldırıp da beni görünce kolları bağladığı göğsünden düştü. "Hâlâ kendine gelmedi."

"Gelecektir," dedim soğukkanlı davranıp. Ama başımı bir daha Deren'e çevirip bakınca yüzüne aldığı darbelere pansuman yapıldığını gördüm. Etkilendiğimi gizlemek içini yüzümü aşağıya eğerken, "Serum takmışlar, iyi gelir ona," dedim.

"N'olmuş anlamıyorum," diye fısıldadı bana yaklaşarak. Yatağın etrafında dolanıp yanımda yer alırken abisine doğru baktı. "Kavgaya karışmış olmalı. Gözünü ve dudağını patlatmışlar. Doktor geçici yaralar olduğunu söyledi ama içim hiç rahat değil. Sen de muayene edebilir misin?"

Utku'nun kasılan kolunu tutup dirseğini okşadım. "İçin rahat edecekse bakarım ama abinin işinin bu birkaç darbeyle bitmeyeceğini benden daha iyi biliyorsundur."

Kafasını uyumlu şekilde sallayıp, "Yine de kim yaptı merak ediyorum," dedi. "Abime nasıl böyle davranırlar? Hem de o öyle çok acı çekerken?"

"Abini çok seviyorsun değil mi?"

Kaşlarını kaldırdı. "Çok da değil, öyle bir endişelendim sadece..."

Dirseğini bir daha sıvazladım. "Bence abini Nil'i sevdiğinden bile daha fazla seviyorsun."

Başını önüne eğdi. "Bana hep kızıyor. Sürekli. O kızmasın diye hata yapmaktan korkuyorum ama fark ediyorum ki yeniden bir hata yapmışım..."

Elimde olmayan bir içtenlikle, "Utku," diye fısıldadım. Sonra da böyle düşünmesine üzüldüğümü saklamadan iç çektim. "Abin sana ne kadar kızıyorsa o kadar sevdiğinden. İnsan umursamadığına o kadar kızar mı? Bir şey olmuş mu diye endişelenir mi?"

Bana garip garip bakmaya başladı. "Annemden beri hiçbir kadın tartıştığımız için aramızı yapmaya çalışmamıştı."

Ürperdiğimi gizlemenin yollarını aradım ama açık açık gözlerine bakıyordum, belki hissetmişti. "Bir hava almaya çık," dedim. "Ben abinin yanında kalırım."

Sanki gerçekten buna ihtiyacı varmış gibi ikiletmeden kafasını salladı, üzerindeki ince, gri tişörtle arkasını dönüp odadan ayrıldığında omuzlarım aşağıya düştü. Odada bir ceket aradım ama yoktu, evden tişörtüyle çıkıp gelmişti. Titrek bir soluk alıp yatağa yaklaştım ve Deren'in şiş göz kapağına bakarken alt dudağımı sertçe ısırmam gerekti. Parmağımı yüzüne koyup patlak dudağına kadar indirdim ve pansumanın altında yarayı hissedince irkilip, "Sadece vicdan azabıysa, sana dokunmakla ilgili olmaması gerekirdi," diye fısıldadım. Sözcüklerimi dışarıdan dinleyince ne anlaşılıyordu acaba? 

Elimin tersiyle yanağıma damlayan gözyaşını silip burnumdan bir nefes aldım. Parmağım yarasından uzaklaştırıp pürüzsüz yanağına götürdüm ve yüzünün hatlarını, şeklini takip edip dokundum. Acaba normal şartlarda hayatına girsem bana da Nil'e davrandığı gibi davranır mıydı? O kadar iyi, o kadar şefkatli, o kadar sıcak... Neden Deren'e yaklaştığımda yakalanma korkusundan çok kaybetme korkusu hissetmeye başlamıştım?

"Nil..."

Elimin altındaki dudaklardan bu kelime çıktığında bakışlarım derhal gözlerine yetişti. Gözlerini öyle sıkı yummuştu ki, her uyanışında tekrar tekrar Nil'in kaybettiğiyle yüzleşiyormuş gibiydi. Yüzüne alçalıp yaralarına daha yakından bakarken, "Evdesin," dedim ama, kendine gelmesine kolaylık olması için. "Evdesin, uyan."

Alnında biriken ter esnasında göz kenarları kırıştı ve gözlerini açarken, elini götürüp bileğimi tuttu. Bileğimde kurdele olduğu içim irkildim, kızımın kurdelesine dokunmasını izlerken onunla göz göze geldim. Sesimi duyduğu için burada olduğumu yadırgamadan, "Kızım beni arıyordu," dedi fısıltıyla. "Gitmeliyim."

"Deren," dememe kalmadan başını kaldırdı, üstündeki çarşaf düştü. Hareketinin fevriliğiyle bir adım geriye çıktım ve onun serumu sertçe kolundan çekmesini izledim. Gözleri hâlâ odaklanmamıştı, kalbi inanılmaz hızlı atıyordu. "Bir kendine gelir misin? N'apıyorsun ya?" dedim. 

"Ben madem evdeyim, kızım nerede?" dedi başını kaldırıp soluk soluğa bakarken. Cidden evde olduğunu mu zannediyordu? Yaklaşıp bacakları arasına girdim ve terli yüzünü tutup çevirdim, ona hastane odasında olduğunu gösterirken kızgın bir ses çıkarmasını umursamadım. "Nerede olduğunun farkında değilsin Deren. Hastanedesin, seni buraya bırakmışlar. Utku arayıp söyledi, sana bir şey oldu diye çok korkmuş..." söylediğim her kelime de kızgınlığının sakinleşmesini, gözlerinin de odaklanmasını izledim. "İyi misin? Sana başka bir şey yaptılar mı?"

Dişleri arasında inleyip elini ağzının kenarına götürdü, aldığı yarayı hatırlayıp bana bakarken, "Kasedi n'aptın?" diye sordu. "Sende güvende değil mi?"

Başımı salladım. "Bırak şimdi onu, sen iyi misin?"

"Vakit kaybettim," diye fısıldadı, ayağa kalkarken. Başım da onunla yukarıya kalktı, gözlerimiz birbirini takip ederken ellerim önü açık vücuduna değdi. Göğüs kafesi kazayla elime değince parmaklarımı kalbine kadar dokundurmak istedim. Derenle ilgili bir şeyin yetmemesi... garip bir his olarak kazındı zihnime. "Nil'i ararken vakit kaybettim. Emniyetten aradılar mı? Yeni bir haber var mı?"

"Yok," dedim ve bunun için çektiği acıyı görmek istemediğimden hemen değiştirdim konuyu. "Milletvekili ne dedi? Kasedini bulundurduğun için daha öfkelendi mi? Bu arada herkesin kasedi var, nasıl herkesin kirlilerini bulabildin?"

"Buna işinin ehli olmak deniyor güzelim." Kafamın üstünü okşayıp beni kenara çekti.

"Bekle," diyerek arkasından giderken, ulaşabildiğim için kolunu tuttum, süratli yürümesine katılıp, "Çıplaksın," dedim.

Başını eğip bir saniye üstüne baktığında, yatağının ucunda gördüğüm tişörtünü alıp uzattım. Ben tişörtü alacağını sandım ama o kafasını eğince giydirmemi istediğini anlayıp tişörtün yakasını, yüzündeki yaralara değdirmeden başından geçirdim. Kan kokuyordu tişörtü.

Deren doğrulup tekrar yürümeye başlayınca da, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Emniyete. Bir haber var mı diye soracağım." Asansöre ulaştığımızda kırarcasına tuşlara basıp çağırdı. 

"Deren, bir soluklan," dedim kolunu sertçe sıkıp vücudunu kendime çevirirken. "Bir nefes al artık, dur... Uyu, yemek ye, su iç. Ağrı kesici al, dinlen... Yaralısın, yaralarını tedavi edelim."

"Sus Allah aşkına, ne kadar kolaymış gibi bahsediyorsun bunlardan..." gelen asansöre beni de yanına alarak bindi.

Beni çekiştirdiği için üstüne düştüm ve alnımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Asansöre yaslanana kadar gerileyip gözlerini indirirken ellerini kafama koydu ve baş parmaklarıyla saçlarımın diplerini ovarken, "Sandığımdan daha hızlı düştü jetonun," dedi. Bir anda üstüne düşmekle kalmayıp kafamı bu şekilde okşaması karşısında tepki vermeden durmaya başlamıştım. "Demek ayrıldığımdan beri öpüşmemizi düşündün de o sayıların ne anlama geldiğini anladın."

"Ne alakası var?" dedim kendimi geriye iterken.

Aramızda kalan ellerimi tutup sırtını asansörden ayırdı ve uzaklaştığım kadar yakınlaşıp kafasını yana eğdi. "Seni öperek kendime yeterince vakit ayırıyorum Karmen, başka şeye ayıracak vaktim yok."

Kalbime o kadar tatlı bir ağrı yerleşti ki, önceliklerimin yeri karışacak diye korktum. "Su da iç," dedim, sertçe.

Baş parmakları ellerimin üstünü hafif hafif okşarken, "Tamam," dedi.

Elimin içi tatlı şekilde kaşınınca rahatsızca kıpırdandım. "Yemek de ye."

Pek gönüllü olmasa da baş sallayıp, "Senin elindense tamam," dedi.

Hazır kabul ediyorken başka bir şeyler daha diretmek için ağzımı açacaktım. Fakat telefonu çalınca Deren'in gönülsüz kabulleri de odağı da yön değiştirdi. Pantolon cebinden telefonunu çıkarmaya başladı. Aslında kolaylıkla çıkaracağı telefonu asabiyeti yüzünden çıkaramıyordu, telefonuyla bile kavga ediyordu.

Bu adam bana neler yapmaz ki...

"Her şeyi yaparsın..."

"Ne dedin?"

Kafamı iki yana salladığımda aramayı yanıtlayıp hiçbir şey demeden bir dakika boyunca karşı tarafı dinledi. Biz asansörden inip hastane bahçesine ilerlerken, Utku'da bankta fark etti bizi. "Abi," diyerek bize yetişti ve baştan aşağıya Deren'e bakarken, "Nasılsın?" diye sordu. Sigara olan elini arkasına götürüp kaçamadığı ruh halinin etkisiyle sesini yükseltti. "Neden kalktın? Yaralısın! Kim yaptı bunları sana?"

"Hayret, Nil kayıpken yatmama müsaade mi edeceksin?" Dedi Deren, ona bakarak. Sonra da gözlerini etrafında çevirdi, bir şeyi arıyormuş gibi. "Eve gidiyorsun, benim işlerim var."

Utku Deren'in onu iğnelemesini es geçerek, "Beraber eve gidelim, dinlen," dedi.

"Bir haber aldım," dedi Deren. "Sen ve Karmen evlerinize gidiyorsunuz, ben de kızımı aramaya!"

Utku var gücüyle abisine karşı koyup, "Senin kızınsa benim de yeğenim!" Diye bağırdı. "Beni onunla ilgili olaylardan uzak tutamazsın!"

"Yengeni evine götürmelisin, biraz yardımcı ol bana..."

Ben kaşlarımı kaldırarak Deren'in yüzüne dönmüşken, Utku'da biraz duraksayıp bana baktı. Abisinin ona sorumluluk vermesinden hoşlanmış gibi, "Ha öyleyse tamam," dedi. "Yengemi evine sağ salim bırakayım tabi."

"Aynen koçum, hallediver."

Deren benim arabama ilerlerken, "Seninle geleceğim," dedim.

Şöyle bir dönüp yüzüme bakınca pansumanlarını tekrar gözlerime sokmuş oldu. Onu böyle görmek iyi hissettirmiyordu. "Sen de kardeşimi eve bırakmalısın."

Gözlerimi devirdim. "Utku'yu böyle kandırabilirsin ama beni değil."

Utku dilini dişleri arasında sıkarak abisiyle bana göz attı. "Beni çocuk yerine koymayı kesin."

"Ya var ya bana sabır ya! Bana sabır ya!" Deren ikimize de bıkkınlıkla bakıp ellerini belinin iki yanına yasladı. "Ne kardeşi biter ne aşkı biter... Bir kere laf dinlemez misiniz siz?"

Utku hâlâ ilişkimiz var sanıyordu. O yüzden diyordu. Panik ve heyecanla ısırdığım dudağımı bırakıp omzumu silktiğimde, Utku'da benimkine benzer bir tavırla omuz silkip meydan okudu. "Biz de geleceğiz."

Deren işaret parmağını sinirle suratımıza salladı ve ardından Utku'yu açtığı arka kapıdan içeriye itti. Hemen ardından beni de ön kapıyı açarak koltuğa oturttu. Kendisi de şoför koltuğunda yerleşip kapıyı çarpınca, Utku ile dikiz aynasından göz göze gelip birbirimize baktık. Deren bu küçük, zafer dolu bakışımızı yakalayıp bağırdı. "Hiç sevinmeyin sevgilim ve kardeşim... İkinizi de evinize bırakıp öyle gidiyorum."

"Abi inadını..." Utku devamını getirmemesi gerektiğini anlayınca susup sinirle yumruğunu dizine koydu.

Deren önüne döndü ve kendi arabasıymış gibi rahatlıkla arabamı kullanmaya başladı. İçe dönük duran omuzlarımı geriye atıp elimi aramızdaki boşluğa, derinin üstüne koydum. Deren'in azami ölçüde ayrık duran bacaklarına bakıyorken, gözlerinin bana dönüşünü an an hissettim. Elimi tutması zihnimde sahnelenen bir oyun gibi gelse de parmaklarım baktığım bacağına değip Deren'in isteği üzerine orada durunca gerçek olduğunu kavradım. Kaslı bacağına dokunmanın hissiyle ilgilendiğimden gözlerimi kaldırıp ona bakmadım.

Araba evlerine gelene kadar elim bacağında durdu, parmaklarım ileri geri yaptı. Araba durduğunda Deren Utku'yla göz göze geldi. "İnip eve geç. Bana da gücenme, güvende olmanı istediğimden uzak tutuyor..."

"Bırak Allah aşkına," dedi Utku dışarıya çıkıp.

"Adam olmuş beni tersliyor," dedi Deren, arkasından.

Ardından arabayı çalıştırıp sokaktan ayrılırken gözleri aynalardan etrafını kontrol etti, belki hâlâ takip edildiğini düşünüyordu. Arabayı soldaki sokağa çevirdi. Göstergeye baktım ve yüze yaklaştığını görüp sonra ona göz attım. "Nil'in babasının sen olduğunu medyadan bu yüzden mi saklıyorsun? Bir kızın olduğunu ne kadar kişi öğrenirse o kadar hedef olursun?"

"Kızımı sakladığımda bile bunlar yaşandı, bir de saklamasam ne kadar incinirdi ne kadar tehlikede olurdu..." tavan lambasını boşa yakmış değildi, bu yüzden yüzümde dolaşıyordu bakışları. "Eğer sen görmemiş olsaydın Nil'i beni sevmeyen insanlardan birisinin kaçırdığını düşünürdüm. Ama sen gördüğünü söylüyorsun ve çok eminsin."

"Evet, ben gördüğüm adamı tarif ettim ve emniyet müdürü... Organ kaçakçısı olduğunu söyledi." Bakışlarımı kaçırmamak için çaba göstermem gerekti. "Yoksa ben direkt adamı yakından görmedim, biliyorsun."

"Biliyorum. Dua edelim emniyet müdürü tarifini başka bir adamla karıştırmış olmasın..." burnundan soludu. "Yoksa bu kadar zaman kaybı, bu kadar uğraş... Hayatını bitiririm o herifin."

Bunları duymak istemiyordum, duydukça daha da sıkıştığımı, alanımın daraldığını hissediyordum. Yüzümü önüme eğdim ve yanağıma düşen saçımı kaldırmak için parmağını kullanırken, "Saçlarım uzamış, sen de fark ettin mi?" diye sordum saçma şekilde konuyu değiştirerek.

"Fark ettim. Arkandan baktığımda enseni tamamen görürdüm, şimdi saçların biraz kapatıyor..."

Gülümseyip dudağımı tekrar dişlerim arasına aldım. Dudağımı ısırmaya devam ediyordum daha önce yaptığı gibi dudağımı tutup dişlerimden çekmesi için. 

"Sana da kısa saç daha çok yakışıyor."

Saçımı kulağımın arkasına koyup elini indirdikten sonra dudağımın önünde hissettim ve beklediğim hamlenin geldiğini anladım. Alt dudağıma baş parmağını bastırıp dişlerim arasından çekince, dişlerim dudağımı serbest bıraktı. Elinin yakınlığını, parmağımdaki hissini düşünürken uzanıp kendimi kontrol edemeden bileğini tuttum. Nabzının hızını hissederken baş ve işaret parmaklarımı bileğinin etrafına sarıp gülümsedim. "Parmaklarım bileğinde kavuşmuyor."

"Bakayım ben parmaklarım senin bileğinde birleşiyor mu?" Der demez elimi ters çevirip kendi baş ve işaret parmağını zayıf bileğimin etrafına sardı. Onun parmakları uzun ve benim bileğim ince olduğu için kolaylıkla etrafını sarmıştı, hatta diğer bileğimi bile sarabilirdi. Nabzımın parmağına doğru yükselişini izlerken karnımda çok sıcak bir duygu açığa çıktı. "Nil’inki kadar bileğin var," diyerek parmakları arasında tuttuğu bileğimi sertçe ağzına doğru kaldırdı ve bileğimin avuç içiyle kesiştiği yeri öpüp indirdi. Parmaklarını parmaklarım arasından geçirerek ellerimizi dizi üstüne koydu.

"Bir kere benim bileğim Nil'in kadar zayıf değil."

"Nereden biliyorsun?" dedi.

"Yani o küçük bir kız, o kadar da ince değil bileğim."

"Nil'i bulduğumuzda görürsün," dedi.

Görür müyüm?

Araba bilmediğim caddede ilerleyince beni evime bırakmayacağını anladım. Her nereye gidiyorsa beni de götürmeye karar vermişti. Elimi saçlarım arasından geçirerek cebimden telefonumu çıkardım, hep sessizde tuttuğum için bir aramayı kaçırmaktan endişeleniyordum. Deren arabayı daha hızlı kullanmaya başlarken, "Bundan sonra hep Türkiye'de mi yaşamayı düşünüyorsun?" diye sordu.

Böyle, hayatıma dair bir soru beklemediğim ve kendimin de buna cevabı olmadığı için duraksadım. "İstanbul'u sevmiyorum. İşlerim bittikten sonra da burada kalmaya tahammül edebileceğimi sanmıyorum."

Gözlerimiz kesişsin diye başını çevirdi ama ona bakmıyordum. "İşlerin?"

"Ailemin... Türkiye'deki ayağıyım diye düşünebilirsin. Buradaki işlerimi halledip İtalya'ya döneceğim."

"Başın belada mı peki?"

Bir bilsen...

"Beladaysa ne yapacaksın? Beni mi koruyacaksın?"

"Başındaki belayı kaldırırım."

Burnumdaki yanmayı hissedip bir şey demeden saçlarımı yüzümün üstüne çektim. Nefesim sıkılaşmaya başlamıştı. Aşinası olduğum boğulma hissi tekrardan geliyordu, bana iyi ve zarar görmemi umursarmış gibi davrandıkça bunun değişeceğini düşünüp rahatsızlık hissediyordum. Böyle olmasını istememiştim, babasının Deren çıkacağını ve gözlerimin küçük bir el hareketini bile takip edeceğini düşünmemiştim.

Dakikalar sonra gelmek istediği yere vardı. Geçen gün yangının çıktığı depoya benzeyen bir eski fabrikanın önünde durduk. İleride iki tane daha siyah, lüks araba olduğunu gördüm. Deren anahtarını çekip dışarıya çıkarken, "İçeride benden başka kimseyle muhatap olma," dedi. Silahı beline yerleşmeden önce de birkaç saniye aramızda kaldı. 

Dışarıya çıkıp havanın serinliğini yüzümde hissettim. Deren göz ucuyla fabrikanın kapısına bakıp bana işareti verince arkasından ilerledim. Bir elinde silahını tutarken diğer eliyle de elimi kavradı. İkinci kez elimi bu şekilde bir yere giderken tutuyordu. İlki geçen gece, hazırlanıp restoranda gittiğimizde olmuştu. Yine böyle arabadan çıkmıştık, o da elimi tutmuştu.

"Neden buraya geldik?"

"Çeteden birisini bulduk. O adamdan Feda'nın nerede olduğunu öğreneceğiz."

Heyecandan soluğum bile kesildi. O çeteden birisine ulaştıysa Feda'ya gerçekten yaklaşmış olmalıydık. Feda'ya yaklaşmak, Nil'i geri vermek anlamına gelecekti. Deren'in ıstırabı da sonlanacaktı.

Eski fabrika kapısını açtı ve akşam rüzgârında bir esinti bizimle içeriye girdi. Parmaklarımı sertçe Deren'in elinin üstüne bastırırken ilerideki adamları gördüm. Üstlerindeki takım elbiseler karanlıkta bile kendilerini belli ediyordu. Bir adam sandalyede oturmuş, bağlanmıştı. Diğerleri de etrafında bir daire şeklini almıştı. Edip Akşın, yanında iki adamla Deren'in ve benim ilerleyişimi izliyordu. Burada ne işi vardı? Çete üyesini o mu bulmuştu?

"Bu kadının ne işi var?" dedi biz tamamen yaklaştığımızda.

"Gelmek istedi. Fazla söze gerek yok," dedi Deren ve başını çevirip karşısına, sandalyede oturan adama bakınca ben de aynısını yaptım. Ve o an beynimden vurulmuşa döndüğüm an oldu. Bu adam... Kamera görüntülerinde görünen, Karina'yı bizzat kaçıran iki adamdan birisiydi. Yüzünü ezberlemiştim, polisler haftalarca yakalamaya çalışmış ama bulamamıştı. Fakat görüyorum ki onu Edip Akşın bulmuştu.

Tanrım... Planım gerçekten işe yarıyordu.

Ya o beni tanıyorsa? Hatırlarsa?

Yüzümün bir kısmını Deren'in sırtına çevirdim ve o da ileriye gidip sandalyedeki adama yaklaştı. "Konuştu mu?"

Edip Akşın onu son gördüğüm gibi, kaliteli bir paltonun içindeydi. Ellerini kumaş pantolonun ceplerine koymuş, her şeye ve herkese hakimmiş gibi bir havayla beni izliyordu. Derenle muhabbetimizin arttığını farkındaydı, bunun kendisi için bir anlam ifade edip etmediğini tartıyor gibiydi. "Nil'i tanımadığını, onu kaçıranın kendisi olmadığını söyledi."

"Zaten kaçıran Feda." Deren adamla olan mesafesini tamamen örtüp yaklaşınca, adamın alnından ter akmaya başladı. Ellerinden ve ayaklarından bağlanmıştı. Deren ona eğilince yutkundu. Üstünde bir siyah tişörtü vardı. Yirmi yaşlarının sonlarında olduğunu düşünüyordum ve yüzüne bakarken olduğum yerden kıpırdayamaz haldeydim. O görüntüler gözlerimin önünde belirmişti, kızımı arabamın arka koltuğundan alıp yanındaki bir diğer çete üyesiyle beraber o yağmurun altında onu kaçırmaları...

Karmen, kendini kaybetme, diye ikazda bulundum.

"Nil nerede?" diye bağıran Deren'e kulak verdim ve kızımı kaçıran adam gözlerini kaldırıp ona bakarken kafasını iki yana salladı. "Bilmiyorum, Nil adında bir kız tanımıyorum."

Deren'in elinde tuttuğu silah adamın suratında belirdi ve o an neredeyse adamın sandalyeden kayıp düşeceğini gördüm. "Feda onu kaçırmış!" Diye tekrar bağırdı Deren, ses boş mekânda yankı yaptı. "Kaçırdığınız çocukları nereye götürüyorsunuz, söyle!"

"Biz... Organize... Çok fazla yer, sığınak var..." suratında bir silah olduğu için konuşurken kekeliyordu. "Feda Bey, her şeyi bizimle paylaşmaz. O kaçırdıysa ne yapmıştır bilmiyorum."

"Ne beyi lan? Siktiğimin çocuk ticaretçisi, ne beyi?" Deren bir eliyle adamın çenesini kavrayıp kafasını arkaya attı, silahın namlusunu da yüzünde dolaştırmaya başladı. "Çocukları sakladığınız her yeri bir bir söyleyeceksin, ardından da Feda'nın yerini? Nereye gider ne yapar ne yer ne içer söyleyeceksin..."

Adam kafasını arkaya atıp silahtan kaçarken, Edip Akşın'da biraz öne çıkarak Deren'in omzunun üstünden konuştu. "Kızın yanında adama silah tutuyorsun, yarın bir gün polise söylemesin?"

Edip Akşın ile Deren'in bir konuda anlaşıp beraber adamı konuşturmalarına karşı şaşkınlığımı bile yaşayamıyordum. Edip'in konuşması üzerine adam beni görmeye çalışınca panikledim ama neyse ki Deren bana bakmasını engelledi. Edip'e dönmeden, "Karmenle ilgilenme," dedi ve ardından silahı, ağzını ayırdığı adamın ağzına sokup bağırdı. "Sana ayıracak zamanım yok, derhal dökül."

Adam hiddetle sandalye üstünde tepinmeye başlayınca, Edip geri çekildi ve Deren öfkeyle doğruldu, adamın ağzından çıkan silahı da alnına yasladı. "Sığınakların ve Feda'nın yerini söyle."

"O... Bizimle direkt irtibata geçmez, adamlar yollar, nerelerde olur ne yapar bilmi..."

"Bir daha bilmiyorum dersen beynini etrafa dağıtırım. Bin parçaya bölünür."

Adam bunu gerçekten yapıp yapmayacağını anlamak istiyormuş gibi Deren'in yüzüne baktı ve sonra kendisi için talihsiz olan gerçeği görüp yapacağından emin oldu. "Sadece bir yerden haberim var, zaman zaman oraya gelip gidişatı kontrol eder. Eski bir fabrikayı kapalı hastaneye çevirdiler, çocukların ameliyatları gerçekleştiği sırada orada oluyor nadiren de olsa... Yalnız oranın yerini hatırlıyorum."

Karina'yı da mı orada ameliyat etmişlerdi, diye merak ettim.

"Orası nerede?" dedi Deren, henüz aldığı cevaplardan tatmin olmamıştı.

"Bursa'da, eski şeker fabrikası..." Deren, konuşmadığı takdirde başına ne geleceğini göstermek istiyormuş gibi silahın namlusunu kafasının arkaya düşeceği kadar alnına bastırınca adam duraksamayı bitirip hızlıca konuştu. "Orada ameliyat ortamı kurdular, geçtiğimiz hafta Feda'nın orada olduğunu, bir telefon konuşmasında duymuştum. Hâlâ orada olabilir, organları yurt dışına götürmeden önce bulabilirsiniz."

Kızı gerçekten kaybolmuş olsaydı demek Deren onu bulabilecekti.

Fakat ben Karina'mı bulamamıştım.

Deren'in arkasında olmama rağmen Nil'e yaklaştığı için yaşadığı ne kadar umutlandığını hissettim. Bu muhtemelen Nil kendisini aradığında yaşadığı türden bir sevinçti, karşısında olsam belki yine ayaklarımı yerden kesip bana sarılabilirdi.

Başını kaldırıp etrafa dağılmış korumalardan birine dik dik baktı. "Bursa'da öyle bir fabrika var mı?"

"Var," dedi Edip Akşın, arkasından. "Bundan on yıl önce kapandı. Haberini dahi yapmıştım. Çok tenha, şehirden uzakta bir fabrika."

"Kurt dumanlığı sever," dedi Deren. Sonra sandalyede oturan şerefsizle göz teması sağladı. "Yani doğruyu söylüyorsun?" Sesi kendisi bile farkında olmadan o kadar tehlikeli çıkıyordu ki, adamın neden her saniye alnındaki terlerin çoğaldığını anlıyordum. Ona yaklaşamamak, silahı çekip suratında patlatamamak benim için o kadar güçtü ki, kendini sıkıyordum. "Yalan söylemiyorsundur değil mi? Sen yapmazsın öyle şey değil mi?" Kafasını yana eğdi ve sırıtarak adamın kafasındaki saçları hafifçe okşadı. "Çünkü seni öldüreceğimi bilirsin." Omuzları kasıldı ve adamı, okşadığı saçlarından öyle bir tutup çekti ki adam çığlık atarak koltuğunda sıçradı. "Başka bir şey biliyor musun?"

Çığlık atarak bağırdı. "Hayır! Kuran evliya çarpsın başka şey bilmiyorum!"

Deren kafasını bırakana kadar adam acı çekerek çığlık attı ve ancak Deren geriye çıktığında inleyerek çığlıklarını azalttı. Kafası önüne düştü ve gözleri hafifçe örtüldü. Deren Edip'e bakmak için dönerken bir saniye benimle göz göze geldi. Hislerimi, yaşadıklarımdan ötürü içinde bulunduğum durumu yüz ifademden korumaya çalışarak bakışlarımı kaçırdım ve Deren'de Edip'e bakarak konuştu. "Fabrikaya gitmek için yola çıkacağım. Nil orada olabilir."

Edip, şaşırtıcı şekilde Deren'i onayladı. "Birkaç koruma da senin için gelsin, doğrusu Nil için."

Deren robotik bir baş sallamayla beraber önündeki adama döndü ve çenesinin altından tutup yüzünü kaldırdı. Adamın gözleri bıkkınlık ve korkuyla açıldı. "Size bildiklerimi anlattım, artık beni bırakın."

Bırakma Deren, asla bırakma!

O... senin çok güzelmiş dediğin kızımı benden kaçırdı.

Ölümüne sebep oldu.

"Ne için bırakayım? Başka çocukları kaçırman için mi? Ya da biz henüz öttüğün adrese gitmeden onları uyarman için mi?"

Adam ilk varsayımı reddetmedi fakat ikincisi için hemen karşı çıktı. "Hayır hayır, kimseye söylemem. Hiçbir şey olmamış gibi dönerim, benden bilmez..."

"Bana, çocukları sakladığınız evlerin adresini söyle," dedi Deren, hızlıca.

Yumruğumu daha da sıktım. Doktora yaptığım gibi bu adama da işkence yapmak istiyordum. Karina'mı tutan ellerini kopartmak istiyordum. Ona... Benim haberim olmadan kaç farklı şekilde, nasıl dokundu acaba? Canını acıttı mı? Bir yerini sıktı mı? Karina bağırınca elinin tersiyle ona bir tokat...

Gözlerimden yere doğru düşen damlayı fark ettim ve elimin tersiyle yanağımı hızlıca silerken başımı kaldırıp endişeyle etrafıma baktım. Sadece Edip Akşın beni izliyordu. Gözlerimin ıslaklığını görmemesi için derhal bakışlarımı çekerken, adamın Deren'e adreslerle ilgili konuştuğunu gördüm.

"Tüm bildiğim bu kadar dedim sana... Silahı yüzümden çek artık!"

Korku ufaltır, korku büyütür, korku sesini kısar, korku sesini açar... Korku cesaret verir, cesaretini alır...

O kadar mutluyum ki korktuğu için ve o kadar korkuyorum ki Deren onu bırakacak ben de izini kaybedeceğim diye.

Kahretsin, gözyaşlarımı mı saklayacağım, ellerimin titremesini mi...

Ama Deren hemen fark ediyor titrediğimde de ağladığımda da...

"Kadın doktoru siz mi öldürdünüz?" diye sordu ve o zaman gözlerim yere bakarken büyüdü. Ne zaman öğrenmişti öldüğünü? Nasıl?

Adam tekrarladı. "Kadın doktor?"

"Evet, ameliyatları yapan, çalıştığınız eski doktor.”

"Ölmüş mü?" dedi adam, şaşırarak. "Sen... Feda'ya ulaşmak için ona da mı ulaşmıştın?"

"Gerçekten bilmiyor muydunuz?" dedi Deren, demek kadını kimin öldürdüğünü de arıyordu. Yani beni.

"Haberim yoktu," dedi adam. "Feda'yı arıyorsun, onun kızını kaçırdığını söylüyorsun ama... Feda Bey bizzat neden yapsın bunu?"

Deren oflayarak, "Geri zekâlı, görgü tanığım var," dedi. Yalancı görgü tanığı... "Ayrıca sana açıklama mı yapacaktım? Ne sandın kendini? Muhatap mı alacağım lan ben seni?"

"Muhatap almıyorsan bırak işte beni! Daha da bir şey bilmiyorum! Cehennemin yollarını bile biliyorum ama o Feda'ya giden yolları bilmiyorum!"

"Bırakacağım, bırakacağım..."

Bir anda kendimi tutamadan, "Hayır!" Diye bağırdım ve sesim ancak yankılanınca ve gözler bana çevrilince ne yaptığımı fark ettim. 

Deren'in kaşları havaya kalkmışken, çete üyesi de yüzüme doğru baktı. Beni tanımasından duyduğum endişeyle yutkunup bağırmamın açıklamasını Deren'e yaptım. "Bırakmayın, başka çocukları da kaçırır Deren."

Deren'in gözleri aynı sorgulayıcılıkla adama dönerken, adam da tükürükler saçarak konuştu. "Dinleme o kadını, bırak beni... Sana öğrenmeyeceğin şeyler söyledim, biraz minnet göster!"

Deren'in verdiği, "Haklısın," cevabını duydum. "Bak az kalsın bırakmayacaktım sana, minnetimi de göstermeyecektim... Kızımı kaçıran çetenin üyesisin, bir bağımız var yani, tabi minnet gösteririm..."

"Dalga mı... geçiyorsun?"

"Geri zekâlı, seni öyle bir sikerim ki dalga dalga olursun... Bir de karşıma geçmiş beni bırak, minnetini göster diyorsun." Adam araya girmeye çalışıp bir şeyler mırıldanınca, Deren geriye dönüp Edip Akşın'a doğru baktı. "Bunu bulduğun yerde başka adam yok muydu?"

"Yokmuş, yalnız yakalamışlar. Hakikaten dedikleri de doğru bence, Cihan'da Feda'nın işlerini kimseye haber vermeden yürüttüğünü söylemişti."

Adam çırpınarak, "Evet evet, yalnız bu kadar şey biliyorum," dedi.

"Bırak şu emniyet müdürünü, biz bulduk adam hâlâ iz bulacak..."

Bir iz yok, bu yüzden bulamıyor.

"Biz karanlık yollara başvurduk Deren, polisler bunu yapmıyor," dedi Edip Akşın, Derenle ilk kez sakin konuşuyordu. Demek ki Nil söz konusu olunca uzlaşabiliyorlardı.

"Korumalara çıkmalarını söyle," dedi Deren ve bunun üzerine Edip Akşın korumalara yalnız bir göz hareketinde bulundu, sırasıyla hepsi fabrika içinde ilerleyip ağır kapıdan dışarıya çıktılar. Deren kapanan kapının sesiyle bana dönüp kapıyı gösterince, bir saniye yanlış anladığımı düşündüm ama gerçekten çıkmamı istiyordu. Benden bunu istemesine gereksiz yere gücendim, sinirlendim. Ayrıca burada olmak en çok benim hakkımdı, o bunu bilmese de.

Bazen keşke bilse diyorum... Ne kadar çok acı hissettiğimi ona anlatmak istiyorum.

"Koruma mıyım oğlum ben? Beni göndermek için öyle kaş göz hareketi yapma."

Deren agresifliğime alışkın şekilde bir elini beline koyunca, Edip Akşın ona arkasından seslendi. "Kızımdan sonra bu mu gerçekten?"

Ben onunla uğraşamayacak kadar çektiğim acıyla iç içeyken, "Evet, standartım yükseldi," dedi Deren ve benden bir kez daha çıkmamı istemedi. İkimiz de lider ruhlu olduğumuz için birbirimize karşı söylediklerimizi diretiyorduk ama bu kez öyle yapmadı. Belki de Edip Akşın burada olduğundan tartışmak istemedi. 

Karşısına dönüp arasındaki bir metre mesafeden adama bakmaya başlayınca, ben de aynı hareketi tekrarladım. Adam bir umut kendisine karşı bir şeyler söylenmesini beklerken, Deren yanında tuttuğu silahı adamın yüzüne kaldırdı. Önce bir nefes alacak, kendini hazırlaması gerekecek diye düşündüm ama kurşunlar silahın namlusundan çıkıp sandalyede korkuyla oturan adamın alnına girince öyle olmadığını anladım. Öldürdüklerine karşı son söz şansı tanımıyordu. İkinci kurşun birincisinin hemen ardından çıkıp bu kez adamın boynuna saplandı ve kafası yana düşen adamın boğazı delindi. 

Yakın mesafede olduğumuz için adamdan fışkıran kanlar yüzüme sıçradı. Sıcaklığı cildimde ve dudaklarımda hissettim. Deren üçüncü bir kurşunu sıkmaya zahmet etmedi, silahı indirip yüzüne sıçrayan kanları elinin tersiyle sildi ve Edip Akşın'a döndü. "Fabrikaya doğru yola çıkacağım. Yeni birisini bulursan beni ararsın."

Edip Akşın ceketinin cebinden ipek bir mendil çıkarıp suratını tiksinerek sildi. "Bunu yapmasan iyiydi."

"Beni, bunu yapacağımı bilerek çağırdın."

Sessizce bir adım öne çıktım, sandalyeden düşmek üzere olan, Deren'in hayatına son verdiği adamı izledim. Ölümüne duyduğum hayranlık, kanla kaplanan yüzümün arkasında saklanırken, dakikalardır sıktığım yumruklarımı artık serbest bıraktım. Ben yapmamıştım ama sanki Deren onun ölmesini ne kadar istediğimi biliyormuş gibi onu vurmuştu. Yüzümdeki kanlara dokununca o tatmin duygusu arttı. Dudaklarımdaki gülümseme, karşımdaki adamın gölgesine karışmıştı. 

O kâğıttaki bir isme daha çizik atacaktım.

Üstelik bunu Deren sağlamıştı.

"Karmen," diyen Deren'i duydum ve sonra beni ters çevirdi, ölü herifi bakış açımdan çıkarıp yüzüme doğru baktı. Kanla kaplandığımı görünce de bakışlarını yüzümde tutamadı. Silahını beline koyup aşağıdaki elimden tuttu, benimle fabrikanın çıkışına ilerledi. Sıcak sıvının yapışkan hissini fark edip elimin içiyle silmeye çalıştım. Deren arabaya süratle ilerledi ve kapısını açıp binerken, ben de kendi tarafımdaki koltuğa yerleştim. Deren kapıları kilitleyip torpidoya uzandı, içeride olan bebek ıslak mendilini çıkarırken evlerinden aldığım fotoğrafını görüp duraksadı. "Bunun sende ne işi var?"

Fotoğrafı eve bırakmayı unuttuğum için panikledim. Bunu unuttuysam başka şeylerde unutabilirdim. "Kasa için eve gittiğimde odanızda gördüm. Güzel bir fotoğraftı, sormadan almış bulundum."

Gözlerini kısarak kardeşiyle olan fotoğrafına baktı. Düşünceli göründü, aklı başka bir yere gitmiş gibiydi. "Fotoğraf güzel olduğu için mi aldın, yoksa içinde ben olduğum için mi?"

O çaktırmıyordu ama ben onun neyi duymayı istediğini biliyordum. "İçinde sen olduğun için aldım."

Fotoğrafı torpidoya geri bırakırken aradığı ıslak mendili aldı ve çıkarırken duraksadı. "Bebek ıslak mendili?"

Yüzümdeki kana rağmen acıyı hissettim. Karina için arabamda bulundurduğum bebek ıslak mendilleri.

"Cildim hassas, bebek ürünlerini tercih ediyorum," dedim hiçbir şey ifade etmeyen bir sesle. "Dalin de kullanıyordum unutma."

Gözlerimi ona çevirmekten korkuyordum. Çünkü şimdi ona tehlikeli, hastalıklı şekilde hayran oldum ve ona bakarsam bunu görecek.

"Biz öpüştükten sonra dudakların bir süre kızarık kalmıştı," diyerek ıslak mendil kutusundan bir tane aldı yüzünü kaldırıp bana uzattı. Az önce bir cinayet işlememiş gibi hassasiyetle çenemin altından tutup yüzüme sıçrayan kanları silerken, "Cildinin hassas olduğunu anlamıştım," dedi, ifadesizce.

"Dudaklarımı ısırdın. Elbette kızaracaktı."

Elleri yüzümün üstündeyken duraksadı ve yüzüne saniyelik bakışımda kaşlarını kaldırdığını gördüm. "Sanmıyorum. Yapmamışımdır."

Gücüme gitti inkâr etmesi, duruma sanki beni öpmeyi o kadar da istememiş gibi yaklaşması... Üstelik ben ona, şimdi böyle hayranlık duyarken.

"Unutma bunu dediğini. Ve sakın beni bir daha öptüğünde dudaklarımı ısırmayı aklından geçirme."

İfadesizce bir başka ıslak mendil alıp yüzüme uzattı, etraflıca yüzümdeki kanları silip onu da camın önüne fırlattı. Bir başka ıslak mendili kendi yüzü ve eli için kullanırken, "Seni evine bırakacağım, ardından yola çıkacağım," dedi.

Kemikli ellerine doğru baktım. O adamı cidden öldürdü. Kızımı kaçıranlardan birisinin ölümünü sağladı. 

Bu bir katil ve cinayeti içeriyordu ama benim hayalimdi.

"O adamı öldürdün," dedim.

"Hak etmişti."

Evet Deren, evet! Hak etmişti.

"Belki... Geçen gün fotoğrafını gördüğümüz kızı bile o kaçırmıştı," dedim, sesim bir şey ifade etmesin diye çabalayarak.

"Ne güzel bir kız," dedi. Ne güzel bir kızdı değil ne güzel bir kız. Sanki Karina hâlâ hayattaymış gibi.

Daha fazla dayanamayacaktım.

Elimi ensesine doladım ve onu kendime çekip yüzümü boynuna gömdüm. Şefkatli yönüne karşı duyar geliştirdiğim o adama birisini vurduğu için hayran olacağımı düşünemezdim. Elim ensesindeki saçların arasına girerken, Deren'in şaşkınlığını ve ardından ne için sarıldığımı umursamadan aynı kuvvetle bana sarılışını hissettim. Burnum tenine değiyorken, saçlarım da yüzünün bir kısmına temas ediyordu. Gözlerimi kapatıp gelen kokuyu solurken, onu daha da yakınıma çekmek isteyen mantıksız, hastalıklı bir düşüncenin etkisi altındaydım. Karina için babasının bile yapmadığı bir şeyi yapmıştı. Onu kaçıran adamı vurmuştu.

Düşünüyorum, Karina Derenle tanışsa onu sever miydi?

Karina'ya nasıl davranırdı? Eğilip saçlarını okşar, yanağından bir öpücük alır mıydı?

"Deren... Deren bir bilsen..."

"Neyi?"

"Onun benim kızım olduğunu? O adamın Karina'yı kaçırdıklarını, ondan... Kızımdan, ölene kadar yararlandıklarını..."

Deren hala sırtımı tutuyor, kafamın arkasını, saç diplerimi okşuyor. Ve anlıyorum ki bu sahneyi kafamda kuruyorum, bunları söyleyemiyorum ama delicesine söylemek istiyorum.

"Nasıl tahmin edilemez bir kadınsın sen Karmen. Ben birisini öldürdüm ama sen bana sarıldın."

İşte... İşte anlatamıyorum ki öylesine birisini öldürmediğini.

"Bu kokuyu sıkmaya devam et," dedi, burnunu kısa saçlarıma sürterek.

"Kan kokuyorum."

"Hayır. Benlik kokuyorsun."

"Deren... Deren ben sana bir şeyler söylemek istiyorum, sana bir şeyler anlatmak istiyorum..." anlamanı istiyorum. İlk kez anlamanı çok istiyorum. Bu acıyı anlamanı, yaptıklarımı anlamanı, belki de bu acıya iyi gelmeni...

"Bakacak mısın?" diyor o sırada.

"Ne?"

"Telefonun, bir dakikadır cebinde titriyor," dedi, kafamdan öpüp geri çıkarken. 

Ne? Bekle... Gece mi arıyordu? Nille ilgili bir şey mi olmuştu? Yüzümü boynundan, ellerimi saçlarından çekip koltuğa doğru kayarken telefonu cebimden çıkarıp ekrana baktım. Deren hâlâ bir elimi tutup az önceki gibi ensesindeki saçlara dokunduruyorken, ekranda gördüğüm yurt dışı numarasına inanamayarak bakıyorum. Aklımdan yalnızca tek bir ihtimal geçiyor, yabancı bir numara olduğu için... ailemi düşünüyorum. Ve Deren bir şey dediyse de duymuyorum, aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yaslıyorum. Önce, telefonu açtığım için alınan bir nefes sesi duyuyordum ve sonra... "Karmen," diyor en küçük abim Noah. İtalyan'ca devam ediyor. "Karmen... Kardeşim bu sen misin? Yalvarırım sen ol."

BÖLÜM SONU.